Zeki Alasya ve Metin Akpınar'ın ardından son yıllarda en popüler ikili siz oldunuz ve çok geniş bir kitlede de bu algıyı yarattınız. Bu süreci siz nasıl yorumluyorsunuz?
Murat Cemcir: Aslında ikili komedyen Türk sinemasının geleneğinde olan bir şey. "Zeki-Metin" bunların içinde en popüler
olanıydı. Onlardan önce de vardı bu tarz, hatta kadın-erkek olarak da kendini gösterdi. Belki de son dönemde en istikrarlı şekilde devam eden Ahmet ve ben olduğumuz için bu algı oluşmuş olabilir. Bizden önceki denemeler inandırıcı gelmedi belki de insanlara... Tabii bizim popülaritemizdeki en etkin isim baştan beri birlikte çalıştığımız yönetmenimiz Selçuk Aydemir. Zeki Alasya-Metin Akpınar'ın olağanüstü başarısı da aslında Ertem Eğilmez'in başarısıdır ki, kendisi ardından Halit Akçatepe ve Kemal Sunal'ı ortaya çıkarmıştır. Bu süreç böyle devam edecek ve bizden sonraki kuşaktan da ikili komedyenler çıkacaktır.
Ahmet Kural: Bir de çok uzun zamandan beri Anadolu filmleri yapılmıyordu. Oysa insanlar Anadolu esprilerine yakınlık hissediyorlar.
M.C.: Bazı filmler sadece İstanbul'da, bazıları ağırlıklı Ege'de veya başka bir bölgede izlenir. Ama biz kodlarımızı tüm Anadolu'dan seçmeyi tercih ettik.
A.K.: Herkesin anlamayacağı espriler de bir parçamız oldu.
M.C.: Hepsi için söylemiyorum ama çoğunluğa baktığınızda
özellikle komedi filmlerinde bizde seyircinin zekası aşağılanmıştır. Bizim ilk yaptığımız işten bu yana, Selçuk (Aydemir) insanların zekasını
yücelten, herkesin çok akıllı olduğunu savunduğu işlere imza attı. Ekipçe ancak böyle güzel bir dünyada yaşanabileceğini aktarmaya çalıştık. Bir insana "sen zekisin arkadaşım" dersen seni sever, mutlu olur. Aptal derseniz sevmez.
Selçuk Aydemir'i farklı yapan ne?
A.K.: Ruh hastası…
M.C.:Emin olun "Düğün Dernek"i Selçuk tasarlamasaydı ne ben, Çetin'i ne de Ahmet, Fikret'i oynardı. Ahmet 31 yaşında kimse ona 45 yaşında bir adamın rolünü vermezdi, gençsin oğlum sen, derlerdi. Denedik olmadı daha önce, vermiyorlar. Arkadaşın zekası o kadar çünkü… Mesela benim için saçı kısa diyebilirlerdi. Bizim ülkemizde bu kadar sığ yapılıyor işte bu iş. Hâlbuki sinema pek çok alternatif role girmeniz için kullanılabilir. Selçuk günde beş saatini uyuyup 19 saatini çalışarak geçiren bir adam ve sürekli üretiyor.Onun kadar beceriklisini görmedim. Şimdiye kadar yaptığı işlerin hepsine bakın, hiçbiri birbirinin aynı değildir. Hâlbuki hepsi aynı zekadan çıkıyor. Sizi sette idare etmez, onu kandıramazsınız; en iyisini yapmanız için sizi sabaha kadar uğraştırabilir. Egonuzu ayaklar altına alır… Biz de az ruh hastası değilmişiz, zorlanmayı seviyoruz! Sette şaka yapmanıza da izin veriyor. Müthiş bir oyuncu yönetmeni.
A.K.: Kendisi moralimizi bozar ama asla başkasının bozmasına izin vermez.
Çok iyi anlaşıyor görünüyorsunuz… Peki birbirinize zıt özelliklerinizi hiç mi yok?
A.K.: Ben çok tez canlıyımdır.Murat daha geniştir, sabırlıdır. Onun da, benim de takıntılarımız var elbette… Ama Murat kontrollüdür, beni de frenleyen odur.
M.C.: Ben hep sakinim.Canım tez akar ama sakinim.. Yani şöyle; öyle bir iş yapıyoruz ki tamamen matematik ve kurgusal… Film perdede göründükten sonra onun telafisi yok. Ben sürekli eleştiren bir adamımdır mesela ancak kişiler, eleştirdikleri yere geçtiklerinde birilerinin de onları eleştirebileceğini düşünmezler. Eğer bunu kabul etmiyorsa, çok iyi yapıyor olması lazım o işi. O anlamda daha sakinim. Yeri gelmişken ifade etmeliyim ki; biz daha yeni başlıyoruz aslında. Şimdiye kadar çeşitli projelerde yer aldık ancak ilk defa BKM ve Necati Akpınar gibi isimlerle çalıştık ve çok iyi standartlarda bir proje çektik. O yüzden daha yeni başlıyoruz.
Projede Sadi Celil Cengiz neden yok?
M.C.: Biz filme Temmuz ayının başında başladık. O sırada Sadi
iki ayrı filmde rol aldı, dolayısıyla zamanı ayarlayamadık. Ama önümüzdeki yaz gene bir şey yapacağız… Hepimiz zamanı ayarlayabildiğimiz sürece bir şeyler yapmak istiyoruz ve samimi olduğuna inandığımız, eğleneceğimiz her projeye açığız.
Nerede büyüdünüz?
M.C.: Tokat.
A.K.: Benim çok farklı. 11 senede 13 okul değiştirdim. Babam emekli emniyet müdürü, memur çocuğu olduğum için çok gezdik.
M.C.: Saysana Ahmet şehirleri…
A.K.: Kütahya'da doğdum, Nevşehir, Silopi-Şırnak, Karaman, Denizli, Antalya; tabii o sırada bir dönem gidip anneannemin yanında Nazilli'de okudum. Ama genelde Ege'de büyüdüm diyebilirim.
İstanbul'da büyüyen birinden farkınız nedir?
A.K.: İstanbul'da büyüyen insan, Silopi'de bir çocuğun nasıl büyüdüğünü bilmez
ama ben hissederim. İstanbul'da büyüyen bir oyuncu olsaydım merak ederdim insanları ve gezerdim herhalde.
M.C.: Silopi gibi hassas yerler fark eder ama bence göçmen psikolojisi her şeyin çok daha farkında olmanızı sağlıyor. Bazı avantajların içindeyken farkında olmayabilirsiniz, çünkü bir sistemi değiştirmeniz için başka bir sistemden geliyor olmanız lazım. O anlamda bizim ekibi başarılı kılan şey "bu böyle, bu yanlış, şu doğru" denilen hiçbir şeyi sallamayıp kendi doğrularımız yapmamız. Çünkü onların doğruları, sektörün doğruları… Bu sektörden değiliz o anlamda, kendi alanımızı oluşturmaya çalışıyoruz.
"İnsan sarraflığı güzel meslek"
Göçebe olarak büyüyen insan sanki her şeye adapte olabilir…
M.C.: Yetenek dediğimiz şeyin tam karşılığı tam da bu söylediğiniz şey… Herhangi bir meslekte, başka bir coğrafyada var olabiliyorsa insan, o kişi yeteneklidir. Ben hiç aktör olmayı düşünmemiştim, hatta babama ilk söylediğimde küfür etmişti bana, sülalede kimsede böyle bir şey yapmadı falan demişti. 32'den sonra oldu işte… ?
Hanginizin egosu daha yüksek?
A.K.: Murat'ın… Hatta bazen der ki, "Ahmet'sin oğlum sen, biraz sakin ol"…
M.C.: Selçuk, Ahmet ve benim egolarımızı toplasanız Mısır Piramitlerini aşar. Ama bizim aramızda kimse ukala diye algılanmaz; zekidir herkes ve kişiler
böyle olunca kimse kimseye batmaz. Taşralı adamlarız biz… Hayat enteresan bir şeyler verdi bize. Zaman zaman yanlış anlaşılır durumlar olabilir, o anlarda da egoyu sarı kart gibi görüyoruz.
Artık inanmışlardır…
M.C.: Tabii… Babam da oynadı filmde. Kromozomlarda varmış meğer… Babam da çok eğlenceli adamdır. Tır şoförüydü, görmediği insan
tipi kalmadı bu hayatta.
A.K.: Murat da göçebe yaşamış bir adamdır, çocuk yaştan itibaren bir sürü işte çalışmış.
İnsan sarraflığı getirir insana bu deneyim…
A.K.: Ayarını dengelemek lazım.
M.C.: İnsan sarraflığı güzel meslekmiş… Karat gözüyle bakıyorum.
A.K.: Bak işte benim dünya küçük, egosunu anla, "karatla" diyor, ben ayar diyorum.
Hayatta neye tahammül edemezsiniz? Vazgeçemedikleriniz? İşin dışında nasıl bir hayatınız var?
A.K.: İşle ilgili herhangi bir durumda gereksiz öfkelenebiliyorum. Dostluk anlamında yalan en nefret ettiğim şey. Normal hayatımızda sürekli işle ilgili koşturuyoruz, bunun yanı sıra haftanın üç-dört gününü arkadaşlarımıza ayırıyoruz, eğlenceyi ertelemiyoruz.
M.C.: Şaka yaparak hayatımızı kazanıyoruz ve seyircinin beklentisi yüksek. Dolayısıyla sabah gözümüzü açtığımız anda bu sabah yine uyandım diye şükredip, sadece şaka yapmaya çalışıyoruz. Eskiden çok öfkelenirdim… "7" (Seven) filminde sayılan o yedi ölümcül günah kin, açgözlülük gibi tavırlar beni öfkelendirirdi, birisinin öfkelenmesi de beni öfkelendirir. Son bir yıldır daha mülayim daha tatlı adamlar olduk.
Bir şeyleri yapmış olmanın verdiği huzur da insanı mutlu edip, sakinleştiriyor… Sizde de bu oldu büyük ihtimalle…
A.K.: Kesinlikle evet…
M.C.:Sakinleşiyorsunuz. Aslında bilinçten öte bilinçaltını temizlediğinde pek çok şeyin ne kadar anlam ifade ettiğini anlıyorsun. Benim de şu hayatta tek
vazgeçilmezim ailem... Annem, babam ve kız kardeşim… Elbette arkadaşlarım var, çok kıymetliler ama o ayrı. Bu hayatta önce vazgeçeceksin,
vazgeçtiğinden vazgeçebileceksin ki hayat sana tüm istediklerini versin.
"Olmayacaksa olmasın, geri döneriz" ?
Vazgeçmekte zorlandığınız şeyler oldumu?
M.C.: Canım hariç her şeyden vazgeçebilirim. Bir de ciddi anlamda başarı takıntısı vardı bende. Hatta "İşler Güçler"den önceki altı ay bizim için
zor bir süreçti ve o dönem "tamam olmayacaksa olmasın, o zaman geri gideriz memlekete nedir yani" dedim.
A.K.: Ben hiçbir yere gitmem, çünkü kolay kolay vazgeçemem. Sahip olduğum bir şeyi kaybetmeyi sevmiyorum… Çok gerekiyorsa da vazgeçerim ama zorlanırım, kolay olmaz benim için.
Hangi takımı tutuyorsunuz?
A.K.: Beşiktaş.
M.C.: Fenerbahçe.
Gidiyor musunuz maçlara?
M.C.: Yok gitmiyorum.
A.K.: Ben de gitmem… Uzun zamandır gitmiyorum.
Ne zaman bıraktınız izlemeyi?
A.K.: Üniversite öncesiydi… Okul yıllarında futbol oynamışlığım da vardı. O dönemde baktım ki futbolla ilgilenmek bana bir şey vermiyor, dersleri de aksatmıştım. Stadyuma gidersem kendimi kaybedeceğimi biliyorum.
Neden kaybedeceksiniz?
A.K.:Oradaki atmosfer… En son izlediğim maç Galatasaray- Panathinaikos. Bir Beşiktaşlı olarak Galatasaray maçında kendimi kaybettim.
E size ne oluyor, Beşiktaşlı değil misiniz?
A.K.: Kaptırıyorum..Maçlara asıl bu sebepten gitmiyorsunuz, kaptırırım diye…
M.C.: Evet evet… Bende de var o. Ben şahsen fanatizm duygusunu sinemaya aktardım, iyi ki de yapmışım. Fanatik Fenerbahçeliydim, şimdi sadece Fenerbahçeliyim. 2003 yılıydı, ocakbaşında kız arkadaşımla maç seyretmiştik, Galatasaray maçıydı galiba… Yenilmiştik, ağlamıştım mesela. En son odur. Derbi maçlarına, yabancı liglere bakıyorum artık.
A.K.: Bende de bir şeyin suyunu çıkarma var… Ortası yok işte. Bir şeyi yaşıyorsam dibine kadar yaşıyorum.