Gezi ayaklanmasının dördüncü yıldönümü...
"Hayır bitmedi, mücadeleye devam" diyor bir miktar kişi. Beyoğlu'nda toplanıp pankart açmışlar. Caddede "oturma eylemi" yapmışlar. Buna eylem diyorlar. Demirel de hayatta olsaydı "oturmaklaİstiklal Caddesi aşınmaz" der miydi?
Mecliste de tişört giyip muhalif basına resim çektiren altı, evet toplam altı CHP milletvekiline rastlanmış.
Vallahi Wall Street'te toplanıp maraza çıkaran birkaç Amerikan genci de Amerikan kapitalizmini nasıl yıktıysa!...
Kimlerle mücadele edeceklermiş? Kendi deyimleriyle "muktedirlerle", yani iktidar mensuplarıyla. Kısacası, Tayyip Erdoğan'la.
Ne yani, yeni bir ayaklanma mı çıkaracaklar?
OHAL altında büzük ister.
Neyin mücadelesini edecekler? Erdoğan'ı devir, gerisini merak etme sen!
Peki nasıl mücadele edecekler? Oylarını Kılıçdaroğlu'na vererek.
Kolay gele.
(...)
Ayaklanmanın lideri yoktu.
"Kadroları" da yoktu.
Ortada bir "fikir" de yoktu, "program" da.
Örgütlenme de yoktu. Örgüt şimdi ancak "Taksim dayanışması" gibi isimlerle "nostalji yapan" birkaç yüz kişi. Buna da örgüt denirse.
İlk amaç Taksim Kışlası'nı yeniden yaptırmamaktı. Başardılar. İkinci amaç kaos çıkarmaktı, başaramadılar. Çevreye verdikleri milyonlarca liralık zarar ziyanla ve hayatı boyunca CHP'ye oy vermiş birçok insanı AKP seçmenine çevirmekle kaldılar.
Bu bir "negatif enerji" boşalımıydı, başka da bir şey değildi.
Ama bu ayaklanmanın bir siyasi partiye dönüşmesini isteyen ve bunun mümkün olabileceğini sanan ahmaklar, özellikle basında, vardı tabii.
Geriye de, parkın içinde "komün" kurup kumanya dağıtan ve böylece "sosyalizm sandıkları" bir safdilliği birkaç günlüğüne de olsa yaşama zevkini tadanlar...
Ve de o hengâmede "kitap okur gibi" yaparak muhalif basının fotoğrafçılarına poz veren karta kaçmış yavşaklar kaldı.
Hani şu ak saçlarına bandana geçirenler falan. Mevsimi geldi, kıyı kasabalarında rastlarsınız.