Ali Bayramoğlu

05 Mart 2015, Perşembe

Dolmabahçe’nin anlamı…

Türkiye bir göç toplumudur. Osmanlı'nın 1700'lerin ilk yıllarında toprak kaybetmeye başladığı andan, Kurtuluş Savaşı sonuna, 1922 yılına, yani son mübadelinin yapıldığı tarihe kadar, 200 yılı aşkın bir süre, Osmanlı tebası Müslümanlar, kaybedilen toprakları terk etmiş, içeriye ya Doğu'ya ya Güney'e doğru göçmüşlerdir.

Her göçte olduğu gibi geride mal, mülk ve can bırakmışlardır.
Bu tarihsel göçün frenkansı da yüksektir: Arada bir değil, sürekli ve kitlesel olmuştur. Özellikle 1800'lerle birlikte savaşlar, göçler hiç bitmeyecek, hiç ara vermeyecek şekilde yaşanmıştır.

Türkiye'nin siyasi kültürünün kurucu dokusunu önemli bir ölçüde bu göç öyküsü ve belleği belirler. Devlet tanımı, kutsallık fikri, güvenlik arayışı, toplumsal hafıza, korkular ve endişeler bu yatakta yer alır.

Aslında siyasi tarihin bazı anahtarları da burada gizlidir.
Müslümanlardan oluşan göç toplumu din, etnisite gibi kimliklerden arınma üzerine siyasi aidiyet üzerine kurulu ulus-devlet devrinde baskın bir very, hem temel bir çelişkilidir.

Nitekim İttihat Terakki'den Kemalist kurucu döneme uzanan hatta, ulus inşaasında devrin modernist-pozitivist zihniyetinin, devletin karşısında iki temel mesele çıkaracaktır.

İlki toplumun ana dili Türkçe olmayan yüzde 5'ye yakınını, Müslüman göçmenleri Türkleştirmek meselesidir.
İkincisi Müslümanları sekülerleştirerek dönüştürme meselesidir.

Türkiye'deki laikçiliğin ve milliyetçiliğin özünü ve sürekliliğini bu ikili tanımlar. Bunlara bir de Türkleştirme ve sekülerleştirmeyi mümkün kılacak, topluma merkeziyetçi bir devlet yapısını eklerseniz, Türkiye'nin kritik siyasi anahtarlarını tümüne ulaşmış olursunuz.
Nitekim ülke yıllardır bu politikalarının sonuçlarını solur ve kimi sonuçlarıyla baş etmeye çalışır.

Türkleştirme ve seküleştirme politikaları kısmen başarılı olmuşlardır.
Bunu soluyoruz.
Başarı olmadıkları yerde ve kesimlerde ise devlet gözünde bir sorun olarak ortaya çıkmışlardır.
Bunu da soluyoruz.
Kürt meselesi, İslami hareket meselesi bu anlamda büyük bir dönüştürme ve kimlikten arındırma projesinin başarısızlıkları olarak da karşımıza çıkar.

Bunu da yıllardır gerçek bir sorun yaşıyoruz.
Demokrasiyle temasımızı engelleyen, kimlik havuzları üreten bir sorun…
2000'li yılların en önemli tarafı, bu sorunlu entegrasyon modeline toplumsal bir meydan okumanın başladığı yıllar olmasıdır.
Nitekim AK Parti dönemi farklı politikaları açısından farklı bir şekilde okunup, tabir edilebilir. Ancak bunların en önemlisi, yukarıda tasvir ettiğim mevcut modelin ters yüz edilmesi, dışlananların sisteme dahil edilmesi, bu çerçevede toplumsal farklılıkları dönüştürmenin yerini demokratik kabule ve birlikte varoluşa bırakması ve buna uygun siyasi ve kültürel reformlar dizisidir.

Eski rejimin İslamcılık olarak tanımladığı toplumsal mesele, bugün önemli ölçüde buharlaşmıştır. İslami kesim sisteme kendi değerleriyle entegre olurken, o sistemle bir etkileşim içine girmiş ve onun yeniden yapılanmasını sağlamıştır, hatta kendiliğinden yeniden yapılanmıştır.
Türkiye'nin bu çerçevede el attığı ikinci sorun Kürt meselesidir.

2013'te başlayan çözüm süreci 2015 itibariyle, bu sorunu kimlik kabulü ve demokratik entegrasyon çerçevesinde tanımlama noktasına gelmiştir.
28 Şubat 2015 günü Dolmabahçe'de yapılan açıklamanın ifade ettiği anlam aslında budur, daha doğrusu bu istikamette bir yürüyüştür.
10 maddelik ortak metini bu çerçevede, demokratik bir Türkiye'nin yeniden inşası çerçevesinde ele almak gerekir. Bu maddeler siyasi sistemin demokratikleşmesini, merkeziyetçi bir düzenden yerel yönetimlerin kuvvetlendirildiği ademi merkeziyetçi bir yönetime geçişi, laiklik kavramı gibi vatandaşlık kavramının da kuşatıcı ve demokratik bir şekilde tanımını ifade ediyorlar.

Türkiye bu sorunu çözdüğü an, daha önce çözdüğü sorunla birlikte, adım adım gerçek anlamda demokratik bir düzene ve hukuk devletine kavuşacaktır.

SON DAKİKA