Ali Bayramoğlu

10 Haziran 2015, Çarşamba

Seçimler ve sonrası…

Seçim sonuçları sürprizli oldu. Ak Parti'nin 2011 seçimlerine oranla belli bir oy kaybına uğraması, HDP'nin barajı geçmesi, bunun AK Parti'nin millitvekili sayısının olumsuz etkilemesi beklenen gelişmelerdi.
Ancak AK Parti'nin tek başına hükümet kurmaktan uzaklaşması sürpriz, dahası 258 milletvekiline düşmesi büyük süpriz oldu.
Öylesine ki bu durum erken seçim halinde bile zor kapacak bir farka işaret ediyor.
Bunun nedenleri ve gerekçeleri tartışılıyor ve tartışılacaktır. Siyasi iktidarın yıpranması, bunun yanında hataları, en azından politikalarındaki hata algısı burada ana nedeni oluşturuyor, buna şüphe yok.
AK Parti'nin oy kaybı yüzde 9 civarında oldu. Kamuoyu araştırmacıları bu kaybın yarısının HDP'ye, yarısının başta MHP olmak üzere diğer muhalif partilere giden oylardan oluştuğunu söylüyor. Nitekim Doğu ve Güney Doğu'da, İstanbul, İzmir'de HDP'nin daha önce AK Parti'ye giden Kürt oylarını da ve liberal oyları alması dikkat çekicidir. MHP'ye aldığı 4 puanlık artışın da muhafazar kesimden kayışla açıklanabilir.
AK Parti en azından kendi açısından bu kaybın değerlendirmesi yapacaktır. Kaba bir değerlendirmeyle, değişim ve reform dönemlerinde oyunu ve gücünü arttıran AK Parti'nin kriz döneminde oy ve güç kaybına maruz kaldığı söylenebilir. 2013'te başlayan ve birbirini takip eden kriz ve gerginlikler serisinin son seçim sonuçlarında önemli bir etkisi olmuştur.
Doğru teşhis ve doğru tedavi önemlidir. AK Parti'nin yapacağı değerlendirme bu örselenmeyi durdurabilir ya da tersine hızlandırabilir. Örselenmenin durması halinde AK Parti'nin Türkiye'nin kalıcı ve kurumsal bir partisine dönüşmesinin önünde engel yoktur.
Bu madalyonun bir yüzü…
Diğer yüzde başka bir soru var:
Şimdi ne olacak?
Türkiye koalisyonlar dönemine geri dönüyor.
Bunu başarabilecek mi? İstikrarsızlığa düşmeden yol almak mümkün olabilecek mi?
Bunlar hayati sorulardır.
Malum, Türk siyasi kültüründe uzlaşma geleneği zayıftır. Ecevit-Erbakan koalisyonu kısa ömürlü olmuş, Milli Cephe hükümetleri çatışma yıllarının ve ölümcül bir kutuplaşmanın ürünü olarak ortaya çıkmış, 1991-2002 arasındaki istikararsızlık döneminin baş sorumlusu koalisyonlar üzerinden ortaya çıkan çatışma ve kördöğüşü olmuştur.
Öte yandan, bugünkü siyasi dokulara ve temalara bakıldığında uzlaşma olanaklarını sınırlayan pek çok sert durumlar ve konu vardır. Bunlardan birisi şüphe yok ki, Kürt sorunu ve çözüm sürecidir. MHP'nin kilit partilerden birisi haline gelmesi, Kürt meselesinde sert tutumu, HDP'nin mevcudiyetiyle ilgili problemi bu iki partinin doğrudan ya dolaylı formüllerle yan yanan gelmesini engellemektedir. Ayrıca MHP'nin içinde bulunacağı herhangi bir formülde çözüm sürecinin kaldırılması ön koşul olarak ilan etmesi siyaset alanının bir miktar daralması ve koalisyon alternatiflerinin azalması anlamını taşımaktadır.
Bu açıdan üç muhalif partinin ortalığı ilk aşamada pek mümkün görünmemektedir.
Muhtemel ve akla en yakın duran AK Parti-MHP koalisyonu bile bu açıdan ciddi bir baskı altındadır.
Nitekim hükümet istikrarını sağlasa bile, bu durum diğer açılardan bir geri gidişi ifade etmez mi sorusu ortadadır.
Diğer alternatiflere, örneğin AK Parti-CHP koalisyonu ihtimaline gelince…
Büyük koalisyonun önünde iki dev engel bulunuyor.
Bunlardan birincisi paralel yapıyla mücadeledir. Bu konuda iki parti arasındaki bakış ve hassasiyetin son derece farklı olduğu malum. Ayrıca paralel yapı meselesinin AK Parti açısından hayati bir eşiği oluşturduğu da biliniyor.
İkinci dev mesele CHP'nin yolsuzluk dosyalarından aklanan bakanları tekrar soruşturmak ve Yüce Divan'a gönderme niyeti ve angajmanıdır. Bir siyasi mücadele aracı olan bu mesele iki parti arasındaki ciddi düğüm noktasıdır.
Bu kilit halleri, seçim ihtimali de dahil olmak üzere elbet bir şekilde çözülecektir.
Ancak istikrarsız ülkenin önündeki en büyük tehlike ve risk haline gelmiştir.

SON DAKİKA