Ali Bayramoğlu

13 Ağustos 2015, Perşembe

En değerlisi özgüven...

Türkiye coğrafi bölgesine, içerideki Kürt ayaklaması ve sorununa, ayrışmış toplumsal dokusuna ve eksik uzlaşma kültürüne rağmen istikrarını iyi koruyan bir ülke.

Bunu bir ölçüde imparatorluktan bugüne uzanan bir toplumsal sürekliliğe ve siyaset geleneğine, bir ölçüde ise demokrasi tecrübelerine borçlu.
Bu ülkede haklı olarak demokrasinin standartlarının düşük olduğundan söz ederiz. İnsan hakları ve özgürlükler alanının darlığı, devlet-siyaset, devlet-toplum ilişkilerinde birincisinin hegemonyası, faydacı-toplulukçu zihniyetin varlığı, askeri vesayet düzeni bu konudaki temel şikayetlerimizi, hatta temel mücadele unsurlarımızı oluşturur.

Bununla birlikte bölgedeki ülkelerle karşılaştırıldığı zaman, belki Rusya'ya birlikte erken ve batı dışı modernliği ilk soluyan ülke Türkiye'dir. Çok değil Fransız devriminden 85 yıl sonra Osmanlı ilk parlamento deneyimini yaşamıştır. Anayasacılık hareketleri, zaman zaman askıya alınan anayasal metinlere rağmen belli bir öyküye ve derinliğe sahiptir. Farklı eğilimlerin temsili, siyasi partilerin varlığı keza 19. Yüzyılın başından bu yana süreli bid durum ve gelenektir.

Yargı bağımsızlığı meselelerine, yargı siyaset ilişkilerinin yaşadığı ve taşıdığı tüm sorunlara rağmen, hukuk düzeni ve öyküsü de hiç hafife alınmayacak kadar derindir.

En nihayet iki büyük toplumsal damar, Batılı hayat tarzı eğilimi ile dindar ve muhafazar kesimler yüzyılı aşkın bir süredir, tüm gerginlerin, bu gerginliklerin ülkenin ana çatışma eksenini oluşturmasına rağmen bir aradar yaşamayı bilmişler ve bu birlikte yaşam için ortak alanlar, değerler üretmişlerdir. Türkiye özellikle son 15 yılda bu konuda demokrasi üzerinden yeni ve süyük bir yol katetmiştir.

Bu satırları bana yazdıran son dönemde yaşadığımız vahim gelişmeler.

Türkiye'nin Güney sınırlarının altı hiç olmadığı kadar hareketli.

Suriye'deki iç savaş lavlarını adeta Türkiye'ye kusuyor. İnanılmaz sayıda, 2 milyon civarında Suriyeli göçmenimiz var. Bunun artma ihtimali ve yaratacağı toplumsal, siyasal sorunlar son derece ciddiye alınacak meseleler. IŞİD yanı başımızda, belki de içimizde tam bir bela olarak duruyor. Türkiye bu açıdan yarı savaş halinde.

Irak keza, türlü gerilimler arasında kavruluyor ve bunlar türlü biçimlerde Türkiye'ye yansıyor.

Bu koşullarda Kürt meselesinin kazandığı yeni bir boyut, bölgesel bir boyut var. Nitekim bugün Türkiye'nin sadece Kürt meselesiyle değil, milli sınırlar ötesinde bir Kürt hareketi sorunuyla karşı karşıya.

Son bir aydır yaşanan yeni şiddet ve terör dalgası bu dinamiklerin bir sonucu. Kuzey Suriye'deki sınır koridorunun kontrol politikalarından yansıyan ateş.

Büyük şehirlerde DHKP-C gibi örgütler şiddet ve kullanım merkezi olmayı sürdürüyorlar.

Bu koşullarda ülkenin kaşınacak meselesi çok ve onları kaşımak isteyecek komşu da çok.

Tüm bunlara rağmen girişte söyledim, Türkiye istikrarını korumayı şu veya bu şekilde biliyor.

Bu tür koşullar ve kuşatılmışlıklar yaşadığımız bölgede sıkça otoriter rejimler ya da güvenlikçi devlet uygulamaları üretmiştir. Rusya'nın Putin'i, İsrail dokusu ve diğerleri bu konuda açık örnekler…

Biz ise anayasal yapımızla, muhalefetin varlığı, siyasal dengeler ve yarışmacı bir demokrasiyle, yumuşak dış politikamızla farklı bir yerde duruyoruz.

O zaman şunun altını özellikle çizmek gerekir:

Türkiye, demokrasisi sınırlı ve görece de olsa, demokratik istikrarını demokratik deneyimleri sayesinde korurken, bu duruş demokratik deneyimleri yene girdiler katmakta, onu tahkim etmektedir.

Bu ülke vatandaşlarının bunun değerini özellikle bilmesi gerekir.

Öfke değil, akıl, deneyim ve sakin güç üzerinden yol alıyoruz ve umarım alacağız.

Sorunları silahla değil, siyasetle çözerek, çözmeye çalışarak…

SON DAKİKA