Ali Bayramoğlu

04 Eylül 2015, Cuma

İstikrar denklemi...

Kürt meselesi önemli bir "soru"muz ve "sorunu"muz.
Bunun yanına mevcut konjonktürde ikinci bir mesele eklendi. Bu, istikrar meselesidir.

7 Haziran seçimleri sonrası mecliste temsil edilen 4 siyasi parti arasında bir uzlaşmanın üremesi, bir koalisyon kurulması mümkün olmadı. Bunun bir dizi yapısal nedeni var. Ülkedeki sağ ve sol damar arasındaki anlayış, üslup, temsil farkının derinliği, çatışmacı siyasi kültür, siyasette uzlaşma ve taviz fikrinin zayıflığı bu nedenlerin önde gelenleri...

Ayrıca konjoktürel bir faktörü bunlara eklemek gerekiyor.
Meclisin üçte birinin radikal ve uç parti milletvekillerinden oluşuyor olması, bu üçte birin iki partide toplanması, uzlaşma ve konuşma koşullarını daha da zorlaştırıyor.

Böyle bir siyasi denede seçimlerden tek parti iktidarın çıkmadığı her durum Türkiye'yi hükümet istikrarı açısından zorluyor ve zorlayacağa benziyor.

Kasım ayında yapılacak zorunlu anayasal seçimlerin bu açıdan önemi büyük. İstikrar/istikrarsızlık dileması sadece AK Parti'nin ya da cumhurbaşkanın öne çıkardığı bir seçim teması değil, aynı zamanda bir siyasi gerçeklik.

Kürt meselesinin geldiğini noktayı bundan ayrı düşünmemek gerekir.
Kürt sorununda ara bir başarısızlık dönemi yaşıyoruz.

Çözüm sürecinin dinamikleri, metodu daha fazla yol almak için yeterli olmadı.
Zaman içinde Rojava (Kuzey Suriye) diye bir faktör ortaya çıktı. Kürt hareketi Rojava'yı yaşam ve yayılma alanlarını genişten bir unsur olarak çözüm sürecinin içine katma çabası gösterirken, devlet bu çabayı kırmızı çizgi olarak gördü. Dahası Rojava'nın PKK tarafından kontrolünü ileriye dönük bir tehdit olarak algıladı.

Güneydoğu'da devlet yanı başında üreyen başka bir devletleşme eğilimi, sistem açısından varoluşsal meseleye dönüşürken, Kürt hareketinin yayılma ve fiili egemenlik kurma aracı haline geldi.

Bunlar, sert çatışma koşulları...
Kısa zamanda değişeceğe benzemiyorlar.

Dolayısıyla bu kriz halinin ve tıkanık durumun yönetimi, Türkiye'nin istikrarı, demokrasisi ve geleceği açısından son derece büyük bir önem taşıyor.
O zaman açıktır ki, kriz yönetime duyulan bu ihtiyaç ile hükümet istikrarı arasında bir bire bağlantı bulunmaktadır.

Nasıl?
Kriz yönetimin iyi götürülmesi, Türkiye'nin Kürt sorunun ağırlığının azaltılmasında doğru, yerinde araçlar kullanması ve sonuç alıcı hamleler yapması için elbette tek parti hükümeti bir ön koşul değildir.

Önemli olan uyumlu, kararlı ve siyasi aklı olan bir hükümetin oluşmasıdır.
AK Parti tek başına iktidara gelirse, hükümet istikrarı açısından "gerekli koşul" yerine gelmiş olur, ancak "yeterli koşul", kararlık ve siyasi akıl meselesidir ve bu onun iktidardaki performansına bağlıdır.

Peki, Kasım seçimleri Haziran seçimleriyle aynı tabloyu ortaya çıkarırsa ne olur? Uyumlu, kararlı ve siyasi aklı iyi kullanan bir hükümet kurulabilir mi?

MHP'nin Kürt meselesi ve bu meselenin siyasi yollarla ele alınmasına yaklaşımı tümüyle ret üzerine kurulu. AK Parti-MHP tipi bir koalisyonun sadece bu açıdan bakıldığında "gerekli koşulu" hiç bir şekilde yerine getirmesi mümkün görülmüyor. HDP'li bir formül ise mevcut koşullarda imkansız görünüyor.

Geriye kalacak olan AK Parti-CHP hükümeti formülü olacaktır.
Bu tür koalisyon ise kağıt üzerinde iyi görünmekle, zıt kutupların el ele vermesini, toplumsal çoğunluğu temsil etmesini ifade etmekle birlikte, kolay kurulabilecek bir hükümet model değildir. Böyle bir modeli 7 Haziran seçimlerinden özellikle arzulayan biri olarak, bunun kırılganlık dozu yüksek bir siyasi doku oluşturacağını ve bunun Kürt politikası üzerine olumsuz sonuçlar üretebileceği söylemem gerekir.

Tek başına bir Ak Parti hükümeti, bu siyasi partinin ve cumhurbaşkanını bu konudaki tüm sertliğine, son dönemlerde tutturduğu güvenlikçi dile rağmen, Kürt sorununda yol alması açısından hala akla en yakın iktidar modelidir.

İstikrar denklemi her açıdan kapıya çıkıyor.
Değişim, demokratikleşme, reformcu ruha dönüş ise başka bir büyük bir dalayı gerektiriyor.

SON DAKİKA