Alper Görmüş

31 Aralık 2013, Salı

2013’ün akılda kalan portreleri

Peşinen söyleyeyim, başlığın da ima ettiği gibi bu subjektif bir “portreler” listesi... 2013’ü şöyle bir gözden geçirdim, bende iz bırakanları seçtim. Ölçüm sadece bu. Söylemeye gerek yok, “iz bırakma” ille de olumlu anlamda değildir ve de 2013’te benim 10’um aşağıdaki gibidir.

Abdullah Öcalan

2013'ün en çok konuşulanı

2011'de olamayan şey 2013'te oldu... Fakat bunun bedeli de ağır oldu: yaklaşık 2 bin can...
2011 yazında PKK'nın savaşı birdenbire hızlandırmasını izleyen günlerde Abdullah Öcalan, artık ne devletle ne de örgütle görüşmeyeceğini ilan etti ve süreçten çekildi...
Çünkü iki tarafın da barıştan çok çatışmaya hevesli olduğunu, kendisiyle görüşmeler üzerinden "mış gibi" yapma imkânını elde ettiklerini düşünüyor ve artık buna izin vermeyeceğini söylüyordu.
Bardağı taşıran damla, Öcalan'ın devlete yönelik "Bana 15 gün süre verin, PKK'yı durdurayım" teklifine bir cevap alamaması olmuştu. Devlet, Öcalan'ın böyle bir gücünün olmadığına kanaat getirmiş, onun yerine "Örgüt, Öcalan'ı dinlemeyerek onu İmralı'ya gömdü" propaagandasına hız vermeyi doğru bulmuştu.
Aslında Öcalan, iki tarafa da "yokluğu" üzerinden "varlığı"nın değerini göstermek istiyordu.
Sonraki 1.5 yıl içinde mübalağa cenk olundu, 2 bin insan öldü ve en sonunda devlet Öcalan'dan devreye girmesini istedi. (Bu arada Öcalan iki büyük testten geçmiş, örgüte hâkimiyetini kanıtlamıştı.)
Sonra 2013 başında çözüm süreci ilan edildi, Nevruz'da da Öcalan'ın tarihi konuşması geldi.
Devlet, Öcalan realitesini fark etmiş ve kabul etmişti.
Bence 2013'ün en önemli olayı buydu.

***

Osman Baydemir
Barış yolunda görevi artacak

Yeni Aktüel'de portresini yazdığımda 2009 yerel seçiminin atmosferinden yeni çıkılmıştı... Adalet ve Kalkınma Partisi, seçimlerde birkaç yıl önceki "Kürt sorunu vardır, biz çözeceğiz" perspektifinden çok uzakta bir propaganda yürütmüştü: Kürtleri yatırıma boğma yoluyla onları kimlik taleplerinden uzaklaştırma...
PKK ise "refah"tan hiç söz etmiyor, Kürtlerin önüne sadece "statü" gibi siyasi hedefler koyuyordu.
İşte o koşullarda Baydemir için şunları yazmıştım:
"(...) Osman Baydemir ise Kürtlere hem onuru hem refahı aynı anda vaat eden, birini öbürünün maliyeti gibi görmeyen yegâne politik figür durumunda... İşte bu nedenle Erdoğan ve Öcalan pozisyonlarında ısrar ederlerse, Osman Baydemir'e Kürtlerin politik lideri olabilme yolunda kapılar ardına kadar açılmış olacak."
Fakat o kapılar açılmadı, çünkü Erdoğan ve Öcalan anlaştı, pozisyonlarını birlikte değiştirdiler.
Fakat dikkat edin, bu yılın başında içine girdiğimiz yeni süreçte Osman Baydemir düşük profilli gibi görünse de aslında çok önemli bir rol oynuyor. Çünkü yeni süreç onun temsil ettiği "hem refah hem onur" çizgisinde yürüyor.
Osman Baydemir, iç barış yolunda önümüzdeki yıllarda da çok önemli bir rol oynayacak. #Sayfa#

***

Leyla Zana

Bir barış "şahin"i

Düşüncelerini kişisel öfkelerinden, egolarından bağımsız olarak oluşturabilmek, büyük bir erdem...
Bakın etrafınıza, görüşlerinde birdenbire olağanüstü bir değişim gözlemlediğiniz insanların akıldan çok duygularıyla davrandıklarını; öfkelerinin, sarsılmış egolarının, incinmiş gururlarının peşinde sürüklendiklerini göreceksiniz.
Layla Zana, devletin vahşi ölçülerdeki bir adaletsizliğinin kurbanı olarak cezaevine girdi, 10 yıl yattı...
Hapse girmeden önceki, Meclis'te yemin ederkenki sert-tavizsiz halini hatırlayanlar sandılar ki, 10 yıl yatıp çıktıktan sonra oturulup konuşulamaz bir "şahin" haline gelecek...
Mücadelecilik dersen, hâlâ bir şahin kadar mücadeleci, fakat barışa inanıyor ve o uğurda mücadele ediyor. Öfkesini, egosunu, aklının ve vicdanının önüne koymuyor, intikam peşinde koşmuyor... Onca badireden sonra hiç kolay şeyler değil bunlar.
Böyle birinin kendi mahallesinin genel "doğru"larına karşı da kürek çekebilmesine şaşmamak lazım.
O yanıyla da hepimize çok lazım küçük, dev bir kadın...

***

Tahir Elçi
Modern zaman kahramanı

O bir avukat ve bence zamanımızın bir kahramanı... Hayatını 1990'lar karanlığında işlenen faili meçhul cinayetleri ve kayıpları aydınlatmaya adadı.
İğneyle kuyu kazıp ölü davaları diriltiyor... En son, 26 Mart 1994'te dört savaş uçağı tarafından bombalanan Şırnak'ın Koçağılı ve Kuşkonar köylülerini Avrupa İnsan hakları Mahkemesi'nde savundu ve geçtiğimiz ay Türkiye Cumhuriyeti'ni mahkûm ettirdi.
38 köylünün öldüğü bu olaydan nasıl haberdar olduğunu ve davayı nasıl açtığını anlatırken onun nasıl bir iğneyle kuyu kazıcısı olduğunu kolayca anlayabiliyoruz:
"Davayı ilk defa mağdur köylülerden Cizre'de bir yakınımın evinde dinlediğimde (...) gün yüzüne çıkmamış çok büyük bir katliamın gerçekleriyle yüz yüze geldiğimi anlamıştım. (...) Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısı'na sunulmak üzere şikâyet dilekçesini kaleme aldığımda çok büyük bir katliamla yüzleşme sürecini başlattığımın farkındaydım. Özellikle Kuşkonar Köyü'nde çoğu çocuk 25 kişi bizzat yakınları tarafından toplu şekilde bir çukura/toplu mezara gömülmüş, ama ne resmi kayıtlarda, ne de gayriresmi kayıtlarda (insan hakları örgütleri vs.) tek bir bilgi bulunmuyordu. Korkunç bir katliam olmuştu, ama sanki böyle bir olay yaşanmamıştı. Dilekçeyi yazarken büyük bir gerçeğin peşinde olmanın heyecanı içindeydim."
Elçi'yi yeni yılda başlı başına bir portrede tanıtacağım size...#Sayfa#

***

Fatma Bostan Ünsal

Korkusuz ve vicdanlı

Bu sayfalarda Leyla Zana belirttiğim hayranlığımın aynısını Fatma Bostan Ünsal için belirtmek isterim... Gördüğü baskı, uğradığı haksızlıklar tıpkı Zana gibi onu da öfkeli, intikam peşinde koşan biri haline getirmedi...
Tam tersine, ne zaman konuşsa, insanı ve onun özgürlüğünü öne alıyor. Gerektiğinde, tıpkı Zana gibi, kurucusu olduğu partinin genel söylemine yüzde yüz aykırı şeyler söylemekten de çekinmiyor.
İki ay kadar önce bu sayfalarda onun bu çıkışlarından birkaç örnek vermiştim:
Mesela, Gezi olaylarıyla ilgili olarak "Camideki halılar bir tek insanımızın saçının teline değer mi?" diye sormuştu... Dekoltesi nedeniyle işinden olan TV sunucusu olayında "Herkes istediği gibi giyinebilmeli. 'Kadın başörtülü olmasın'a nasıl itiraz ediyorsak 'Şöyle olmasın böyle olmasın'a da itiraz etmeliyiz" demişti... Ve nihayet, hazırlanmakta olan Nefret Yasası'nın heteroseksüeller dışındakileri nefret mağduru saymama eğilimine şiddetle karşı çıkmıştı.
Keşke daha fazla Leyla Zana'mız, daha fazla Fatma Bostan Ünsal'ımız olsaydı.

***

Mustafa Reşit Akçay

Karaktere uygun futbol

Trabzonspor'un dönüştürücü, reformcu, yenilikçi teknik direktörü...
Eskiden, edebiyat-sanat çevrelerinde, daha çok da "sosyalist gerçekçilik" akımı mensupları arasında çok kullanılan, adeta sloganlaşmış bir inanç vardı: "Yerel olmadan evrensel olunamaz..."
Mustafa Reşit Akçay, bu yaklaşımı futbola uygulamaya çalışan bir teknik direktör olarak meslektaşlarından ayrılıyor. Ona göre, "bizim karakterimizi yansıtan bir futbol" ekolü kurmalıyız, tabii evrensel kazanımları ve teknikleri de ıskalamadan...
"Futbolun evrensel yapısı ile birlikte örtüşen, kendi değerlerimizi de içine alan, kendi kültürümüzü içine alan, kendi yapımızı hem fiziksel hem de ruhsal bakımdan ele alan bir felsefe, bir öğreti geliştirilemedi. Biz taklitçilikle uzun süre uğraştık."
Mustafa Reşit Akçay'ı benim gözümde ilginç ve önemli kılan asıl nokta işte bu... Gerçekten: Karakteri zorla değiştirmeye çalışıp taklitler üretmektense, karakteri veri olarak alıp ona uygun bir futbol tarzı yaratmaya çalışmak daha doğru değil mi?
Akçay'ı bu açıdan izlemeye devam edeceğim... Keşke spor basını biraz "skor" işlerini azaltıp buralara yönelse...#Sayfa#


***

Ayşe Şule Bilgiç
Bu toprakların çizgi filmini üretti

"Biz tam dört yıl önce olumsuzluklar içinden sıyrılıp, Türk halkına, özlem duyduğu bizim kültürümüzden, içimizden çıkan ama teknik olarak da dünya ile rekabet edebilecek kalitede bir çizgi film yapmanın peşine düştük. Bu düşümü ilk açıkladığımda herkes bana inanmaz gözlerle baktı. Ama çok istediğim için bu işe başladım ve kimse izlemezse ileride kızıma izletirim diye düşündüm. Gururla söyleyebilirim ki 4 senenin sonunda bugün tüm Türk çocukları Pepee'yi bağırlarına bastı."
Ayşe Şule Bilgiç, daha çocukluğunde çizgi film seyrederken takmış kafasına: "Niye bu toprakların çocuklarını yansıtacak bir çizgi karakterimiz yok?"
Sonra, anlattığı gibi başarmış.
2013'ün sonunda ise Pepee'nin abisi Ayas'ın adını taşıyan, Türkiye'de üretilmiş ilk çizgi sinema filmini vizyona soktu. Film, umduğundan da büyük bir gişe başarısı elde etti.
Açıklamalarını okudukça, Ayşe Şule Bilgiç'in yerel değerlerden, gelenekten utanç duyan nevzuhur bir modernliğe karşı samimi, sağlam bir direnç odağı oluşturduğunu anladım. Bir yanıyla da sonuna kadar yeniliğe ve evrenselliğe açık...
Böyle insanları seviyorum.
Mustafa Reşit Akçay'ı neden önemli buluyorsam, Ayşe Şule Bilgiç'i de aynı nedenle önemli buluyorum.

SON DAKİKA