Mustafa Taha Dağlı

Mustafa Taha Dağlı

14 Nisan 2014, Pazartesi

Suriye planında 3. perde

Ak Parti'nin seçim zaferinin ardından Başbakan Erdoğan'a yönelik saldırı sürecinin yeni argümanlarla devam edeceğini söylemiştik. Yolsuzluk iddiaları, ses kayıtları gibi mühimmatların bertaraf edilmesinin ardından yeni silahlarla savaşı sürdürüyorlar.
Hem de kaldıkları yerden. 30 Mart öncesi son saldırıları bir casusluk faaliyetiydi. Dışişlerindeki Suriye zirvesinde konuşulanlar gizlice dinlenip önce yabancı istihbarat servislerine ardından tüm dünyaya servis edildi.
Konu Suriye'ydi. Türkiye false flag ile suçlandı. Seçim malzemesi uğruna kendi gerekçesini kendisi oluşturup Suriye'ye savaş açma planıyla itham edildi.
Seçim sona erdi. Saldırı süreci ise bitmedi. Bu kez devreye yeni tetikçiler girdi. Konu ise yine Suriye'ydi.
Önce Amerikalı Seymour Hersh ardından İngiliz Robert Fisk, 2013 Ağustos ayında Şam Guta'daki kimyasal saldırının arkasında Türkiye'nin olduğunu iddia etti.
İkisi de dünyaca ünlü ve güvenilir gazetecilerdi. Ama Amerikan yönetimi, Hersh'in bu iddiasını anında yalanladı.
Aslında Erdoğan'ı Suriye üzerinden yıpratma planında üçüncü aşamaya gelindi. İlki El Kaide iddialarıyla başlamıştı.
Kasım ayına dönelim. Yani 17 Aralık öncesine. CNN International ile Washington Post'da Türkiye özel dosyaları yayınlandı. Türkiye'nin El Kaide'yi desteklediğini, El Kaidecileri Suriye'ye soktuklarını yazdılar.
Ardından 17 Aralık operasyonu başladı ve Ocak ayında Suriye'ye giden tırlar, El Kaide suçlamasıyla durduruldu.
El Kaide bugün Suriye'de, IŞİD gibi kendi bünyesinden çıkan ve sonra ayrılan ya da El Nusra gibi hala kendisine bağlı örgütlerle Türkiye dahil olmak üzere Suriye'de Türkiye'nin arkasında durduğu sivil halkın ve muhaliflerin bir numaralı tehdit unsuru halindeler.
El Kaide'den sonra Dışişlerindeki Suriye konulu toplantıda konuşulanların servis edilmesi devreye sokuldu.
Bu ikisi de işe yaramadı ki bu kez kimyasal suçlamayla Türkiye'nin karşısına dikildiler.
Bununla ilgili kısa bir analiz yapmakta fayda var. Kimyasal saldırı 21 Ağustos'ta Şam'a bağlı, rejimin kuşatması altındaki, Guta bölgesinde meydana geldi.
Yüzlerce sivil hayatını kaybetti. O dönemde bu saldırının yankıları sürerken uluslararası yayın organları, saldırıyı rejimin gerçekleştirdiği konusunda hem fikirlerdi.
Muhalifler, saldırıya hedef olanlar, Amerikalılar, BM, taraflı tarafsız herkes rejimi suçladı. Zaten o yüzden Suriye'ye müdahale fikri gündeme geldi. Rusya'nın formülüyle müdahale yerine kimyasal silahların tasfiyesi sağlandı.
Rejimin en büyük destekçisi Rusya, "müdahale olmasın" diye ısrar ederken bile kimyasal saldırı konusundaki şüphelerinde yarım ağızla muhalifleri dillendirdi, Türkiye'nin ya da başka bir gücün varlığından asla bahsetmedi.
Aynı dönemde suçlamanın direk muhatabı olan Esed rejimi de benzer dil kullandı, savunmalarında yine Türkiye'nin adı yoktu.
Kaldı ki, kimyasal füzelerin ateşlendiği bataryaların mevzileri tek tek tespit edildi. Saldırının, kuşatma altındaki Guta'nın çevresini saran Kalamun Dağında konuşlu 155. Tugay'dan yapıldığı, füzelerin oradan fırlatıldığı rapor edildi.
Bunun öncesi de var. Rejim Ağustos 2013'den evvel bir çok kez fosfor bombası, misket bombası ve çeşitli gazlarla toplu katliamlara imza attı.
Üstelik bu tarihten önce yapılan tüm kimyasal saldırıları dünyaya ihbar eden hep İsrail olmuştu. İsrail, her seferinde kimyasal katliamlardan dolayı Suriye rejimini sorumlu tuttu, "sınırımıza yakın bölgede kimyasal silah kullanılıyor ya bize de sıçrarsa" diye Amerika'yı harekete geçirmeye çalıştı.
Öncesi olduğu gibi sonrası da var. Mesela geçtiğimiz Cuma ve Cumartesi günü. Şam yakınlarındaki Hareste ile Hama'da zehirli gaz kullanıldı, 100 kişi hastaneye kaldırıldı. Aynı saatlerde Suriye-Lübnan sınırındaki Raskoun kasabasına fosfor bombaları atıldı. Ve tüm bu haberler video görüntüleriyle yayınlandı, hepsinde de saldırıların sorumlusunun Esat rejimi olduğu vurgulandı.
Şimdi gelinen noktada Seymour Hersh ve Robert Fisk gibi sözüne güvenilir kalemlerin tetikçi yapıldığını görüyoruz.
Devreye sokulan usta gazetecilerin artık sözlerinin güvenilirliği şüphe altındadır.
Amerika'da da yankı bulan bu iddialarla ilgili genel kanı da bunu gösteriyor. Özellikle Hersh'in İsrail lobisi ve neoconlar tarafından yönlendirilip, 17 Aralık sürecinin devamı olarak, söz konusu tetikçiliği yaptığı söyleniyor.

SON DAKİKA